Genel

Mutsuzluk Gerçekten Bir Sorun Mudur ?

Bir çoğumuz genel anlamda her ne kadar saklamaya çalışsak da mutsuzuz. İnsanın bu mutsuz, hayattan keyif almakta zorlanan ve olması gerektiği gibi yaşayan ruh hali ne zamandan beri devam ediyor?  Hani hep büyüklerimiz şöyle der ‘’Eskiden böyle değildi, insanlar birbirleriyle konuşurlardı. Birbirlerini anlarlardı.’’ Eskilerin ne kadar harika olduğunu bilmiyorum. Ancak insanın bugünün de içerisinde harikalar yaratabileceğine eminim.

Büyüklerimizin eskilerin güzelliğinden dem vurması ve bugünün halinden yakınmasının arkasında yatan sebep, küreselleşen dünya ile insanın farkına varmadan gittikçe kendi özel alanını yaratarak bireyselleşmesi ve bencilleşmesidir. Dikkat ettiyseniz sürekli kendi çıkarını ön plana koymaya programlı bir zihnimiz var. Ekonominin hareketi ve piyasanın canlılığının devam etmesi için üretime ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaç sadece insanlar üzerinden sağlanabilir. Şirketler oyuncaklar satar ve insanlar da bunlarla oynar. Bu oyuncaklar, bizi mutlu edeceğinize inandığımız ve sahip olmak istediğimiz her türlü ihtiyaç fazlası nesneyi içerir. Öyle kıvrak oyunlarla reklamı yapılır ki bu oyuncakların, hipnotize bir biçimde sahip olmak isteriz. Bankalar kumbaralardır ve herkes kumbarasına daha fazlasını eklemek için durmadan çalışır. Acaba durup hiç sorduk mu, hayatın anlamı gerçekten kazandıkça kazanmak mıdır diye? Belki eskiden böyle değildi diye düşünüyorsunuz, hayır eskiden de insanlar böyle reklamlara maruz kalır ve tüketime dahil olurlardı. Özellikle medyanın kitle üzerindeki kontrolünün ortaya çıktığı ilk yer olan USA’de. Fakat biz kendi ülkemizden bahsedelim. Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra millileşme akımının artışıyla bankacılık sektörü de yayılmaya başladı. Bankalar ki insanı tüketime sevk eden en büyük araçlardır. Bunu yapmanın en iyi yolu da medyayı kullanmaktır. Zor şartlar altında evrimleşme sürecinde yardımlaşarak birbirine el uzatan insanoğlu şimdilerde elini sadece ‘bireysel onaylanmayı’ tasvip eden akıllı telefonlarına uzatıyor. Bu durum bize gösteriyor ki şirketler, yaklaşık 150-200 yıl boyunca ihtiyacımıza yönelik araçlarla aklımıza girmeyi başarmış ve ihtiyaçlarımız giderilirken aynı zamanda ‘neyi arzulamamız, neyi istememiz’ gerektiği konusunda da aklımıza girmeyi başarmışlardır. Hem de büyük bir profesyonellikle. Nasıl yapıldığını anlayabilmek için ‘Ben Devri’ belgeseline internet üzerinden kolayca erişebilirsiniz.

Evinizden çıkın ve birkaç adım yürüyün. Göreceğiniz şeyler şehrin reklam panolu duvarları, hepsi birbirinden farklı kalite ve modelde olan arabalar, birbirinden farklı kalitede kafeler ve restoranlar. Biraz daha dikkatli baktığınızda birbirinden farklı kalitelerde ve farklı şekillerde giyinen, farklı kalitede aksesuarlara sahip olan insanlar göreceksiniz. Bu durumun iyi ya da kötü yanlarını olduğu gibi kabul ediyoruz. Elbette ki herkes aynı oyuncaklara sahip olamayacak, kimileri daha iyilerine sahip olurken bir başkası da onunkinden isteyecek ve sahip olmak için çok çalışacak ya da sadece arzulamakla yetinecektir. İşte bu noktada biraz duralım. Bizim için tasarlanmış olan oyuncakların gerçek önemini sorgulayalım biraz. Kendimize şu soruları soralım. Beni daha güzel ve daha iyi göstereceğini düşündüğüm tüm bu oyuncaklar yaşamıma nasıl bir anlam katıyor? İhtiyacım olandan fazlasına sahip olmayı neden istiyorum? Bu oyuncaklara bağımlı mıyım acaba? Gerçekten bu istekler benim isteklerim mi? Tüm bunlara vereceğiniz samimi cevap kendiniz adına mutsuzluğunuzun en açık delillerini koyacaktır ortaya.

İnsanların depresif duygular hissetmesi, yalnızlaşması, kaygılı ve stresli hissetmesi, panik ataklar yaşaması, çeşitli takıntılar oluşturması ve benzeri birçok psikolojik rahatsızlığa kapılmasının arka planında tüm bu bahsettiğimiz durumların etkisini görmezden gelemeyiz. Toplum artık insanı kendi çıkarına odaklı bir zihin yapısıyla programlaya çalışırken biz, nasıl başka türlü değişebiliriz?  Bu yüzden önce yaşamdaki anlam arayışımıza bir kulak vermeliyiz. En basitinden bizler de doğadan yani topraktan, sudan, ışıktan ve dahası moleküllerden oluşan canlılarız. Tam anlamıyla evren ve varoluş ile bütünüz ve başka bir seçeneğimiz yok.  Düşünün ki çevremizde ve zihnimizde tüm bu duvarlar olmasaydı nasıl bir dünyayla karşı karşıya kalacaktık?

Denizin kenarına oturup birkaç dakika izledikten sonra kan basıncınız düşmeye başlayacaktır ve zihniniz gittikçe daha rahat ve sakin bir hale bürünecektir. Bu sizin için nasıl bir anlam ifade eder?  Bir de AVM içerisinde herhangi bir mağazanın karşısında oturduğumuzu hayal edelim. Ne hissettiriyor? Doğa bize rahatlamayı ücretsiz, kendiliğinden ve herhangi bir karşılığa ihtiyaç duymadan sınırsız olarak sunuyor. AVM içerisinde ise bir şeyler satın alarak elde edeceğiniz tatmin karşılığında doyum içeren bir rahatlama sunulacaktır. Kısa süre sonra eski oyuncaklardan sıkılıp yenisini almak için tekrar AVM kapılarında dolaşacaksınızdır. Böyle baktığımızda alışveriş gerçekten mantıklı gelmiyor değil mi? Eğer ki zamanında radyolar, gazeteler, televizyonlar ve internet bizlere yeni oyuncaklar satın almak yerine deniz kenarında üç beş dakika oturmanın asıl istediğimiz şey olduğunun reklamını yapsalardı belki de şimdi anksiyete(kaygı) , depresyon  ve stres bozukluğu gibi problemler ile karşı karşıya kalmayacaktık. Ancak insan beyni öyle güçlü bir yapıdadır ki en sevdiği ve sürekli yaptığı işlem ‘yeniden yapılandırmak’tır. Yeni farkındalıklarla doğru olduğuna inandığımız şeyleri öğrenerek harikalar yaratabilir. Bu insan olmanın özelinde yaratıcı gücümüzün ve kendimizi iyileştirme becerilerimizin gerçek aracıdır. Çocukluğumuzdan beri süregelen alıştığımız ve bize zarar veren, öğretilen tüm alışkanlıkları aslında yine kendi iyiliğimiz için yapmıştık, çünkü başka bir seçenek bilmiyorduk. Şimdi büyüdük ve artık bilinçaltımız bizi ‘mutsuzluk’ gibi bir duygu ile uyarıyor. Tıpkı bir yara oluştuğu zaman canımız yanmasa yarayla ilgilenmek istemeyeceğimiz gibi mutsuz olmadan da kendimize yönelmekte güçlük çekiyoruz. Mutsuzluk duygusu yaşadıklarımızın bir sonucu değil, kendi varoluşumuzu hatırlamak adına zihnimizin gönderdiği uyarıcıdır. Hayatın anlamını keşfetmeye çalışmak, insanın istediği yerde olup olmadığını sorgulatır. Mutsuzluk yaratan çemberimizi bilinçsiz tercihlerimize şekillendirmiş olabiliriz, ancak bilinçli tercihlerle bu çemberi bertaraf etmek tam anlamıyla bizim elimizdedir.

Kendinizi, diğer insanları ve dünyayı suçlamayı bir kenara bırakıp içinize yönelme vaktinizin geldiğini hissediyorsanız tek yapmanız gereken kendinizi dinlemektir. Arkadaşlarımızla dertleşmek bu konuda en çok yardımcı olan şeydir. Elinizden gelen yetmiyorsa bir psikolog rehberliğinde bunu yapmak kişinin en doğal hakkıdır. Kendi içimizdeki çocuğu tanımadan ve eğitmeden ne etrafımızdakilere güzellikler katabilir ne de yaşanılabilir bir dünyayı çocuklarımıza miras bırakabiliriz.

Serdar UĞURSES

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.